top of page

Babam


 

Karga

30 Temmuz 2021

 

Çocuğuyla eğlenen bir baba

Doğan Cüceloğlu Savaşçı kitabında insanın olaylar karşısında neye, ne kadar ve nasıl tepki vermesi ile alakalı birkaç şeyden bahsetmişti. Kitabı okuyalı hayli zaman geçti ancak özellikle öfke ile alakalı söyledikleri fazlasıyla aklımda yer etti diyebilirim, belki de bu konuyla alakalı içten içe sıkıntılarım olduğundandır… Neyse ki —ya da ne yazık ki— bu durum bana istisnai değil, özellikle siyasi konular açıldığı zaman gereksiz derecede politize olmuş toplumumuzdan bunu anlayabilirsiniz. Peki, ne diyordu Cüceloğlu; savaşçı, her olayın arkasında öğrenilecek bir gerçeklik olduğunu bilir ve her olaya bir öğrencinin keşfedici gözüyle bakar, yaşamda her şeyin olması gerektiği gibi olduğuna inanır. Dolayısı ile insanların hareketlerini tekil düşünmek bir hata olur çünkü aslında insanlar davranışlarında seçici değildir. Tam da bundan ötürü bir insanın bir davranışına sinirlenmeden ve/veya yargılamadan önce bu davranışın ardındaki şartlara bakmak gerekir. Örneğin muhafazakâr bir aileden çıkan bir çocuğun muhafazakâr bir kafa yapısına sahip olması olağandır ve ona muhafazakâr olduğu için kızmak en hafif tabiri ile sığlıktır.


Babam Erzurum’un İspir ilçesinin Hunut (yeni adıyla Çamlıkaya) köyünde doğmuş. Başarılı bir öğrenci olması hasebiyle Bursa’da bir ticaret meslek lisesine gönderilmiş. Köy-kent çatışmasından ötürü öğrenim seviyesi burada yarıda kesilmiş ve 15-16 yaşlarında iş hayatı başlamış. Doğu’dan çıkan adam gurbet elde ne iş yapacak; fırıncılık tabi ki… Kalacak yerin var, hiç olmazsa yiyecek ekmeğin var. Şimdi 63 yaşında olan bu adam kırk yılı aşkın bir süredir fırıncı anlayacağınız üzere… Dördü bacak damarlarından (karın içi) biri kalpten olmak üzere 5 ameliyat geçirmiş ve emekli olmasına karşın hala çalışmak zorunda olması gerçeğinin müsebbiplerinden birisinin de ben olduğumu belirtmem gerektiğini hissediyorum. Nitekim bu konuya şimdilik değinmek istemiyorum çünkü benim odaklanmak istediğim şey daha farklı.


Babam doğduğunda köy pek bir gelişmiş; +150 hane —ki bu bir köy için ziyadesiyle büyük demek— nüfus müdürlüğü, hanlar, postane ve benzeri pek çok şey mevcut. Kendisi köyün hareketli çocuklarından, hem gençliğin hem de okuduğu Tommiks gibi çizgi romanların da verdiği hararetle kavgadan kavgaya koşuyor vesaire… Buna rağmen kimse kendisinin bir saygısızlığını görmemiş, bu da onun içerişine doğduğu aileden ötürü olsa gerek.


Dedem köyün ormancısı, bunun ne anlama geldiğini bilmeyenler için şöyle özetleyeyim; kendisine bağlı köylerdeki ormanı ve orman varlıklarını korumakla görevli bir devlet memuru. Köyde muhtardan sonra ve hatta yeri geldiğinde muhtardan da yetkili bir kişi yani kendisi. Şimdi nasıl oluyor bu, mesela siz köyde kendinize ev yaptıracaksınız, evi kuru odunla yapamazsınız size inşaatlık kereste lazım ki bu da ağaç kesimi demek. Normal şartlarda bu hizmeti veren bir yerden satın alırsınız ancak hem satın alma hem de lojistik maliyeti fazla olacağı için ‘’her tarafımız orman ağaç kesek bari’’ gibi düşünceler insanın nefsini ele geçirdiği zaman ormancı, bu duruma engel olmakla hükümlüdür. Ağaç kesimine izin varsa bile onun gösterdiği yerlerden kesilir böylece ormanın bir kısmı tıraşlanmaz ancak pek çok fazla kısmından seyreltme yapılır. Durum böyle olunca rüşvetten köşeyi döner genelde bu ormancılar gerçi maaşları ve güvenceleri gereği buna pek ihtiyaçları olduğu söylenemez ancak malum, tamahkârlık… Dedemin böyle işlere girmemiş olmasını köyün diğer ormancısının köşeyi dönmesinden de anlayabilirsiniz. Bu tok gözlülük benim ailemin iki tarafında da mevcuttur açıkçası zaten iki taraf da ağa torunu. Ağa deyince, Erzurum civarında güneydoğudaki gibi feodal bir ağalık rejimi yok, malı mülkü olan ve/veya bunun yanında sözü geçen saygın kimselere ağa denilmiş. Buna mukabil dönemin de şartları gereği ataerkil bir hava mevcut elbette lakin ben hiçbir zaman dedemin eşine el kaldırdığını falan da duymadım. Babaannem yemeğe margarin koyduğunda —ki dedem nefret eder— tabakla birlikte babaannemi kapıdan dışarıya fıydırması gibi istisnai bir durum hariç. Gerçi bunu hep gülerek anlatırlar. Lakin daha önce de demiştim ya, ‘’savaşçı, her olayın arkasında öğrenilecek bir gerçeklik olduğunu bilir ve her olaya bir öğrencinin keşfedici gözüyle bakar’’ toplum yapısının bireye etkisi sadece burada bitmiyor tahmin edileceği üzere. Mesela babam anlatırdı; çarşıda gezerken babaannem hem kendisini kucaklar hem de poşetleri taşırmış bu sırada dedem ise tabiri caizse eli cebinde gidermiş. Babaların çocuklarını toplum içinde sevmesi söz konusu değil yani hatta özelde de pek söz konusu değil ‘’çocuğunu uykuda sevmek’’ diye bir durum mevcut. Bu durumun ardındaki sebeplerden birisi de aslında o insanların böyle davranmayı istemesi değil, böyle görmesi ve böyle olmanın uygun olduğu düşüncesi içerisinde büyümeleri. Tam da bundan ötürü onlara kızmıyorum aslında çünkü yapılan şey ‘’doğru’’ olmasa da ‘’doğal.’’ Zaten benim anlatmak istediğim şey de tam olarak burada başlıyor…


Babam içerisinden çıktığı ortamın profilini görmüş ve belli başlı kısımları pek benimsememiş. Ben daha yeni doğmuş beşiğimde uyurken gece en ufak bir ıhıltımda kalkıp beni kontrol eder, günde 10 saatin üstünde çalıştığı işinden geldikten sonra benim oynar, özel günleri hiçbir zaman unutmaz ve her zaman en azından bir çiçek dahi olsa anneme alır. Yaşıtlarının eşleri ile normal konuşmaktan bile aciz olduğu bu dönemde babam tam da aksine, gider milletin içerisinde verir hediyeyi. Bir keresinde özel bir günde annemi işten geliyorken yolda karşılamak için çıkmış ve arkasında gizlediği çiçekle karşılamıştı. Tüm sokak da bunu fark edip alkışa tutuşmuştu tabi. Bir dönem annemle çalışma saatleri çok farklı olduğu ve annemin romatizmal ağrıları olduğu için işten geldiğinde yemekleri de o yapardı. Şimdi de arada sırada yapar gerçi, seviyor yemek yapmayı ancak daha çok bize yedirdiğinde mutlu oluyor tabi. Hatta yemekten az yediğimiz zaman —ya da onun ölçeklerinde az— trip falan atar, bunun aynısını annem yaptığında garipserdi.


Fakat…


Sonrası aslında bildiğiniz gibi… Tarih boyunca yaşanmış ve yaşanmaya da devam eden bir arketip. Bunun kültürümüzdeki bilinen en güzel örneklerinden birisi Babam ve Oğlum filmi herhalde, en azından benim direkt aklıma gelen o. Orada Sadık’ın babası Hüseyin’in oğlundan istediği ziraat mühendisi olup köyüne dönmesi ardından kendilerinin de uygun gördüğü bir eş adayı olan Birgül ile evlenmesiydi. Rahat ve konformist[1] bir hayat… Gelecek kaygısı yok, değerler çatışması yok, saygınlık açısından da bir soru işareti yok kafada. Sadık’ın istekleri ise bambaşka ve pek de konformist olduğu söylenemez. Ona benzetiyorum kendimi ancak önemli bir fark var ki ben ailemin mutluluğunu kendiminkinin önüne koyuyorum. Belki de kendi mutluluğumun peşinden gidecek cesaretim yoktur, emin değilim…


Pek çok kez pek çok durumda hayatımdaki yegâne şansın içerisine doğduğum aile olduğunu dillendirmişimdir. Ailem anlayacağınız üzere öğrenimi yüksek insanlar değildi nitekim eğitimi ise benim üniversite hocalarımda bile az rastladığım bir seviyedeydi ki bir evlat olarak beni asıl etkileyen kısım da buydu. Ben doğduğumda evde tüm Türk edebiyatı klasikleri ve çoğu dünya klasikleri mevcuttu çünkü annem de babam da uzun zaman önce bunları okumuşlardı. Ailenden bu kadar memnun olmanın ardındaki bir sıkıntı da sorumluluğunun fazla olması… Onlar tarafından herhangi bir baskı görseniz belki bunu bir bahane olarak kullanabilirsiniz ancak durum böyle olmayınca o sorumluluğun gereksinimi içinizden geliyor. Ve bundan kaçış yok. Hele ki bu sorumluluğu yerine getirmek inanmadığınız şeylere uyarak, olmadığınız bir insan gibi davranmanızı gerektiriyorsa işte o zaman bitmeyen bir işkence başlıyor ve o şiir aklıma geliyor;


Seni diğerlerinden farksız yapmaya

Bütün gücüyle gece gündüz çalışan bir dünyada,

Kendin olarak kalabilmek,

Dünyanın en zor savaşını vermek demektir.

Bu savaş bir başladı mı, artık hiç bitmez!

~E.E. Cummings


Babam bu savaşı genel anlamda kazanmış bir adam; onu diğerleri gibi yapmak isteyen bu dünyada değer verdiği şeyler için diğerleri gibi olmamayı başarmış. Fakat dünya değişir ve normal kabul edilen şeyler de değişir haliyle… Durum böyle olunca benim kendim olarak kalabilmem için gereken şeyler de onunkilerden farklı, mutluluk arayışımız da… Zaten burada işler kopuyor, öyle aşırıya kaçan bir insan olmasam da bu arayış da yine o kendin olmak için giriştiğin savaş gibi bitmek bilmiyor. Lakin bununla alakalı farklı bir yazı yazmayı düşünüyorum hatta adını bile buldum Akıntıya Karşı Yüzmek.


Günün sonunda şunu söyleyebilirim ki bence her erkeğin babasını aşması gerekir, ben babam kadar iyi bir ebeveyn olabilir miyim emin değilim açıkçası, dengeyi tutturabilir miyim bilmiyorum. Buna karşın hissettiklerim de bana özel değil bunu da biliyorum. Söyleyebileceğim pek çok şey var ancak bu aklıma gelen pek çok şey de de metni oraya buraya çekeceği için şimdilik girmemeyi tercih ediyorum. Bundan ötürü söyleyebileceğim en anlamlı şey; teşekkürler baba…


 

[1] Uymacılık; tutum, inanç ve davranış açısından içerisinde bulunduğu grubun normlarına uyan düşüncelere sahip olma durumu.

Comments


Fikir ve görüşleriniz için...

Gönderiminiz için teşekkürler!

İnsan, anılarda yaşar.

bottom of page