EYT: Evlilikte Yaşa Takılanlar
- corvinaecorvus
- 12 May 2022
- 6 dakikada okunur
Güncelleme tarihi: 15 Nis 2023
Karga
27 Nisan 2022

Malumunuz, yaşadığımız zamanın ruhu gereği birçok kavramın sorgulandığı bir dönemdeyiz. Hatta bu sorgulama o kadar ciddi bir raddeye gelmiş durumda ki artık kavramlar, üzerinde durdukları zemini kaybeder hale geldi. Kavramların kohezyonunu kaybettiği bu atmosferde toplum içi kurumların sorgulanmaması beklenemezdi elbette. Özellikle yakın zamanda okuyor olduğum bir kitap,[1] hâlihazırda var olan düşüncelerimi düzenlememe de yardımcı oldu. İlk başta bu yazıyı, insanların ezbere söylemekte olduğu yaş-evlilik ikilemi üzerinden yazmaya niyetliydim fakat daha sonra genel olarak evlilik mevzuna giriş yapmak daha bütünleyici olur diye düşündüm. Ayrıca tam karikatürlük bir mevzu olduğu için de bana mekân doğdu.
Önce şu konuya bir açıklık getirmek lazım; evlenmemek değil evlenmek bir seçimdir. Biz kültürel yapımız sonucu olsa gerek, sanki evlenmemek bir seçimmiş gibi davranıyoruz. Hâlbuki hayatın normal akışında evli değiliz ya hani… Bunu belirtme gereksinimi duydum zira konu ile alakalı referans noktamızı iyi belirlemek lazım. Her ne kadar evliliğin toplumsal dinamikleri olsa da günün sonunda bireysel motivasyonlarla verilmesi gereken bir karardır. Doğan Cüceloğlu açısından toplumdan tamamen uzak ve hayatın sadece evlilik içerisinde yaşandığı ilişkiler şizofrenik ilişkilerdir; bir birliktelik mevcuttur ancak içerisinde bulunduğu toplumdan o kadar kopuktur ki kendi oluşturdukları dünya içerisinde, ayakları yere basmadan ilerler bu ilişkiler. Topluma çok duyarlı, dolayısı ile toplumu tatmin etmeye dayalı evlilikler ise bizim çevremizde en çok denk geldiğimiz evlilik tipi olabilir. Bu evliliklerin çoğu aslında bitmiş evliliklerdir zira taraflar ya hayata dair ortak bir anlam çıkartamamışlardır ya çıkarttıkları anlam bütünlüğünü koruyamaz hale gelmiştir ya da artık birlikteliği devam ettirmeye yetmemektedir. Daha çok ‘’kol kırılır yen içinde kalır’’ mottosu ile devam eden bu evlilikler, altında beraber yaşamanın verdiği alışkanlıkla devam eder. Yani bu evlilikler aslında çok uzun süre bitmiş, fakat boşanmayı unuttukları için devam ederler…

Şu argümanı çok duymuşsunuzdur ‘’sevişeceğimizi neden devlete bildiriyoruz yahu gah gah gah gah’’ ve benzeri. Bu o kadar andavalca bir argümandır ki söyleyenler, evliliği cinselliğe indirgediklerinin farkında değiller. Hâlbuki evlilik dediğimiz şeyin yapılmasının ardındaki sebeplerden bir tanesi, evlenmeden de kurulabilecek olan ‘’aile’’nin hukuka intikal etmesi ve böylece bir anlamda korumaya alınmasıdır. İnsanların evliliğe olan antipatisinin ardındaki sebeplerden biri vaktinde boşanmayı unutmuş evlilikler olmakla birlikte bir diğeri de içerisinde büyüdükleri ve gözlemledikleri aile yapısı. Hani özellikle sağ cenah tarafından sürekli dillendirilen ‘’Türk aile yapımız bozuluyor kardeşim’’ lafı var ya, işte onunla alakalı kötü bir haberim var; Türk aile yapısı şu an zaten bok gibi. Aile içi fiziksel ve özellikle psikolojik şiddetin ne kadar yaygın olduğunu görmek için yaşadığınız çevreye bir göz atmanız yeterli. Burada ne demek istediğimi ayrıntılı bir şekilde başka bir yazıda anlatmayı düşünüyorum zira ‘’her şeyi anlatıp hiçbir şeyi anlatamama’’ konumuna düşmek istemiyorum.
Evlilik ile alakalı ciddi çekinceleri olan kimle konuşsam çevrelerinde ya da bizzat içerisinde bulundukları ailede yürümeyen ilişkilerden bahsediyor. Bunların çoğu daha önce bahsettiğim ‘’boşanmayı unutmuş (!)’’ evlilikler. Hâlihazırda olmayan bir şeyi oldurmaya çalışan evlilikler durumu sadece daha fazla travmatize ediyor, hem kendileri hem de çevrelerindeki insanlar için… Durum böyle olunca yeni bir kategori ortaya çıkıyor ‘’evlenen herkes boşanıyor ben neden evleneyim’’ciler.

Daha öncesinde de söylediğim gibi; ülkemiz özelinde konuşursak zaten ilişkiler sağlıklı değil ancak konu tam da burada çözülüyor. İnsanlar, sağlıklı olmayan ilişkilerini bitirme kararı alıyorlar. Peki, neden daha önce boşanmalar daha azdı, insanlar daha mı erdemliydi? Hayır efendim hayır, insanlar boşanma konusunda daha temkinliydi çünkü sineye çekme durumu daha fazlaydı. Kadınların iş gücünde daha az yer alması ve dolayısı ile kendi ayakları üzerinde duramadıkları için boşanmalarının da her anlamda zor olduğu gerçeğini de unutmamak lazım elbette. Nitekim zaman değişiyor ve artık insanlar kangren olan kolu kesiyorlar. Bunun zıddı örnekler de hala mevcut elbette… Her ne kadar boşanma istatistiklerinde ciddi bir artış görülse de evliliklerde de ciddi bir artış görülüyor ki zaten konuyu en güzel özetleyen durum da bu olsa gerek. Boşanan tekrar evleniyor ve biz de şunu görüyoruz ki insanlar evliliğe küsmüyorlar ancak yürümeyen bir ilişkiyi sonlandırmaktan da çekinmiyorlar.
Çevredeki ilişkilerin kötü olmasının insanları bu kadar etkilemesi, sosyal bir canlı olduğumuz için normal olmakla birlikte mantıklı değil. Bunu anlamak için yapılan hataya bakmamız lazım, bu hatanın adı; kumarbazın yanılgısı. Psikolojide bir terim olan ‘’kumarbazın yanılgısı’’ ya da ‘’Monte Carlo yanılgısı’’ daha önce gerçekleşmiş bir olayın daha sonradan gerçekleşecek olayın sonucunu etkileyeceğine dair olan düşüncedir, bu olayların gerçekleşmesi birbirlerinden tamamen bağımsız olmasına rağmen. Şöyle bir örnek vereyim; elinizde iki zar var. Siz bu zarları attığınız zaman sonucun düşeş (altı-altı) gelme ihtimali 1/36’dır. Bu zarları beş kez attığınızı ve sonucun her seferinde düşeş geldiğini düşünelim. Bu durumda muhtemelen bir sonraki atışınızın da düşeş geleceğini düşüneceksiniz hâlbuki bunun için hiçbir neden yok zira zarların düşeş gelme ihtimali hala 1/36. Zarların sonucunun ne geleceği her seferinde birbirinden farklı olmasına rağmen sonucun benzer şekilde sonuçlanacağı kanısına varmaya yatkınız. İşte olay tam da burada kopuyor; her ne kadar örnekler üzerinden bir sonuca varma eğiliminde olmamız —daha önce de belirttiğim gibi— gayet doğal olsa da mantıklı değil. Mantıklı değil, çünkü bizim ilişkimizdeki insanlar çevremizde gördüğümüz kişiler değil, biz ve bizim seçtiğimiz partnerimiz. Partner seçiminin kontrolünün bizde olduğu gerçeği ile birlikte bu oluşacak olan ilişkinin dinamikleri de çevredeki ilişkilerle aynı olmayacak. Tarafların geldiği kültür, coğrafya, aile, inanç, eğitim ve bilumum diğer faktörler birbirinden çok farklı olacak elbette. Ezcümle, ilişkiler ve bunların varacağı noktalar konusunda çevredeki ilişkilerden fikir almakta fayda var ancak bir yargıya varmadan önce oluşturacağınız birlikteliğin bir ÖZ olduğunu unutmamak lazım.

Gelelim şu EYT’lilere… Hayatı kendi ajandalarına uydurmaya çalışan iyi niyetli nitekim saf kimselerdir bunlar. Böyle düşünüyorum çünkü hayatın kaotik olmasını kabul edememişler. Fark ettiyseniz edememişler diyorum zira özellikle ardımıza aldığımız bu insan merkezci rüzgâr ile birlikte kabul etmesi pek zor bir gerçeklik bu. Yani ‘’20’li yaşlarda evlenmem, 20’lerin sonunda doğru belki. Çocuk yaparsam da 30’dan erken asla yapmam’’ gibi söylemlerin hepsi bir takım hesaplara tabi olan söylemler. Peki, hayat hesaplanabilir mi? Ne yazık ki —ya da neyse ki— doğanın kaotik olması gibi bir huyu var; mevcut olan tek düzen daima düzensizliğin olacağının kesinliğine dair olan düzendir.[2] Sorum şu; hayatınızda evlenmeye layık birisinin ne zaman olacağını ve onun ne zaman buna sıcak bakacağını nereden bileceksiniz? Ya da istediğiniz zaman istediğiniz fırsat olacak mı, koşullar size göre mi düzenlenecek? Neden siz hayata uymaya çalışmıyorsunuz da hayatı kendinize uyduruyorsunuz? Kendinizi bunu yapabilecek kadar kudretli mi görüyorsunuz? Veya ne bileyim, neden 35 değil de 30? Mademki çocuk sizin ‘’hayatınızı yaşamanıza’’ engel oluyor o zaman hiç yapmayın, tabi hayatınız çocuğunuzun varlığı ile tökezleyecek kadar pamuk ipliğine bağlıysa bu da ayrı bir problem… Belki de düzgün ve uzun süreli ilişkinizi oluşturabileceğiniz kişiyi 40 yaşından sonra bulacaksınız, o zaman ne olacak? Bakın bu sorular uzar gider ancak hepsinin tek bir cevabı var; hayatı öngöremezsiniz. Bu durum Hümanizmanın[3] beraberinde getirdiği en büyük yanılgıdan kaynaklanıyor. Şimdi diyebilirsiniz ki ‘’ulan üzerinden kaç yüzyıl geçmiş bu zamana hümanizma mı kalır?’’ hâlbuki şu an dünyayı döndüren sistem tamamen bunun üzerine kurulu…
Hayat siz plan yaparken başınıza gelen şeydir. Peki, hiç mi hedefimiz olmasın? Okyanusta seyreden bir gemi için pusula ne kadar önemliyse insan için de hedeflerin, daha da önemlisi hayallerin varlığı o kadar önemlidir. Nitekim bu hedeflere tamamen bel bağlamamak, hata payı bırakmak lazımdır zira düşünülenin aksine insanlar çok az şeyin kontrolündedir. Altında hiçbir tutarlılık bulunmayan saçma salak motivasyon konuşmacılarının ‘’kaderinizi eline alın’’ ve benzeri söylemlerine kulak asmayın. Arkadaşlar pek çok şeyi elinize alabilirsiniz ancak kader bunlardan birisi değildir… Zaten kader, elimize alamadığımız için ‘’kader’’dir. Kısacası tamamen zırvalıktan oluşan ancak ilk başta manalı gibi görünen bu söylemleri umursamayın çünkü emin olun çok aciziz ve bu bir kusur değil, hayatın normal akışı.

Evliliğin tarihsel oluşumu, gelişimi, fonksiyonu, çocuk yetiştirmedeki önemi vb. konular da var elbette nitekim bu başka bir yazının konusunu, bu yazının esası aslında tekeşlilik ile bağdaşmış ve toplumsal bir yapı olan evlilik kurumu. Yani diyorum ki ben; sadece bu kadınla sevişeceğim, sadece bu kadından çocuk yapacağım ve aynı şekilde bu kadınla beraber yaşayarak bu kadınla ortak mal edineceğim. Ulan durum böyle ise benim evlenmem bana sadece yarar sağlar. Ben ilerde birlikte olmayı seçtiğim partnerimle bir mal edinimi yapmak istersem bu konuda ortak sorumluluk alırız çünkü hayatımızı kuruyoruz. Yine ben, partnerimle çocuk yetiştirmek istersem hukuken bazı ehliyetlerim ve dolayısı ile sorumluluklarım olacak. Evlilikle birlikte hukuka intikal eden bu ilişki devletin de araya girmesi ile birlikte bazı şeyler ters giderse beni savunacak bir otorite olacak. Mesela ben beraber yaşıyor olduğum partnerimden ayrılmak istiyorum ve bu ayrılık, iki tarafın da birbirine saygısının kalmadığı bir şekilde oldu ve daha kötüsü oturduğum ev de onun üzerine… İşte şimdi sıçtım demektir. Gerçekleşebilecek durumları siz tahayyül edin. Veyahut daha kötüsü, partnerim beni aldattı ve hiçbir şekilde bahanesi olamayacak olan bu ihanetin sonucunda sahip olduklarımı korumak istiyorum, o zaman da benim haklarımı tanıyan bir otorite var oluyor, dolayısı ile evlilik aslında ilişkinin sigortası oluyor. Bakın elbette hiçbir ilişkiye bitecek gözüyle bakarak başlanmaz, öyle olursa zaten bitmesi işten bile değil. Lakin diyorum ki eğer tek eşlilik niyetinde olan birisi için evlilik sadece hayatı kolaylaştırır.
Şimdi diyeceksiniz ki ‘’yahu ne yapalım Karga illa evlenek mi?’’ Ben kimseye evlenin demiyorum zira ben evliliği savunma amacında değilim, açıklama amacındayım. Zira yazının başında da belirttiğim gibi; evlenmemek değil evlenmek bir karardır ve bu karar gerçekten de kritik bir karardır tam da bu yüzden iyi ölçülüp tartılmalıdır. Nitekim bu, evliliğe ya da evlenmemeye karşı mutlak bir saf tutarak sağlanamaz. Yazıyı, okuduğum kitabın bir bölümünün adını, ufak bir ekleme yaparak bitirmek istiyorum;
Kendini bilmeyen dengini zor bulur, kendini sevmeyen de sevdiğini soldurur.

[1] Evlenmeden Önce – Prof. Dr. Doğan Cüceloğlu [2] Edward Lorenz’in üzerinde çalıştığı kargaşa kuramı. Kendisi bu kuram üzerine araştırmalar yapmış bir matematikçi ve meteorologdur. Nobel Ödülüne denk sayılan bir ödül olan İsveç Kraliyet Bilimler Akademisi ödülünü almıştır Bkz. Kelebek Etkisi. [3] İnsanın değeri vurgulayan ve hatta insanı direkt olarak evrenin merkezine koyan ‘’sözde akılcı’’ ve faydacı bir düşünce öğretisidir.
Comments