Karga
21 Ekim 2023

İlk bakışta bu kadar basit görünen bu eylem ile alakalı olarak neden bir yazı yazma gereği duydum diye düşünüyor olabilirsiniz. Malum, Kakofoni çağında yaşadığımız için pek çok konuda olduğu gibi bu konuda da bir takım tabular oluşturmuş bulunmaktayız. Üniversitelerde dahi girdiğimiz tartışmaların sığlığından bunu fark ediyor olmanız lazım. Şimdi isterseniz bunlara —hata ve yanlışlara— yavaştan değinelim.
İlk olarak şöyle bir giriş yapmak isterim ki kitap okumanın önemi ile alakalı birtakım itirazlar neşet eder oldu. Normal şartlarda bu sorgulama sürecinin normal karşılanması gerektiğini söylemekte bir gariplik yok zira dönemin ruhunun da (zeitgeist) bu olduğunu unutmamak lazım. Nitekim bu sorgulayıcı ruh —biraz da avama düştüğünden— genellikle ilk duyulduğunda kulağa farklı ve tatmin edici gelen ancak üzerine biraz kafa yorunca akıllarda ‘’aga bu nedir?’’ şeklinde düşünceleri oluşturan sorgulamaların önüne geçememektedir. Bunun altında da yine toplum olarak katmanlı okuma alışkanlığımızın ve tartışma kültürünün olmaması sorunsalı vardır.
Okumadan olmaz… Yüzeysel birtakım bilgiler video veya ses kayıtlarından edinilebilir ancak bu araçların asıl fonksiyonu sizleri bir konu ilke alakalı meraka itmektir, konunun kendisini katmanları ile anlatmak değil. Keza bu tür iletişim kanalları sosyal medyanın ‘’hızlı üret-hızlı tüket-tekrarla’’ prensibine uygun olarak üretilir dolayısı ile doğru ve güvenilir içerikler olsalar dahi —ki böylesi de fazlasıyla mevcut— size en fazla ‘bilgi’ (information) verebilir ancak konu ile alakalı ‘irfan’ (knowlegde) sahibi olmanızı sağlamaz. Bu, sizin malumatfuruşçu bir yapıya sahip olup ortamlarda satabilecek pek çok bilgi sahibi olmanıza fayda sağlayabilir elbette ancak karşınıza konuya hâkim birisi geldiği zaman apışıp kalmanız işten bile değildir.
Kitapların pahalı olduğuna dair gelen itirazların da bir karşılığı yok. Evet, ilk sayısını 1918 yılında çıkaran Dergâh dergisi bile 2022 yılında artan kâğıt fiyatları nedeni ile kendisini finanse edemediği için ara verdiğini duyurdu. Kitaplar her sene daha fazla satılıyor ve daha fazla üretiliyor hatta öyledir ki Livaneli’ye sorsanız ‘’Türkiye bir kitap ülkesi oldu’’ der. Her ne kadar Livaneli’nin kendi kitaplarının çok satılıyor olmasından ötürü kendisi yanlış bir varsayımda bulunmuş olsa da her sene az veya çok bir artış olduğu gerçek. Buna rağmen maliyetin artması da aslında yine plansız ekonominin ürünü. Normal şartlarda endüstriyel ağaç tarımı dediğimiz bir uygulama vardır ki hususi olarak basım-yayın amacı ile yapılır. Kitap talebi ve bu talebin parabolik artışı hesaplanarak hızlı büyüyecek ağaçlar dikilir ve bu ağaçlar zamanı geldiğinde kâğıt haline getirilir ancak ülkemizde bu uygulama var olmasına rağmen planlama düzgün yapılmadığı için sonuç hem ormansızlaşma —çünkü talep karşılanmadığı zaman gidip ormanı keserler— hem de kâğıt fiyatlarında artıştır. Gerçi kitap fiyatlarındaki artışın sebepleri arasında bu plansızlık ilk sebep bile değil çünkü arkadaşlar, kitap pahalı değil siz (halk) fakirsiniz. Tüm bu fiyat artışlarına rağmen kitap hala fiyat performans açısından alabileceğiniz en karlı eşyaların başında gelir.
Kitapları Sınıflandırın
Herkesin hayatında okumak istediği ancak bir türlü fırsat bulamadığı pek çok kitap olmuştur. Bundan daha kötü bir his varsa o da okuduğu kitapları nasıl bir çıktıya dönüştürebileceğini bilememektir. Daha kötü çünkü üzerine vakit ve mesai ayırdığınız bu uğraşın meyvelerini toplamaktan aciz olduğunuzu hissedersiniz. Bu durumun çözümü de planlı hareket etmekten geçer. Öncelikle, defterlerinizden birini hususi olarak kitap okumak ile alakalı olacağınız notlar için ayırın. Bu deftere alacağınız ilk notlar okuduğunuz ve okuyacağınız kitapları sınıflandırmak olacaktır. Eğer ki okumaya başlayacağınız kitaba yönelik bir ön bilginiz varsa ya da daha önceden okuduğunuz bir kitapsai o kitabın içerisindeki önemli noktaları tespit etmişsinizdir. Kitapları sadece türlerine göre değil sizde uyandırdığı izlenime ve/veya ön izlenime göre de sınıflandırmanız gerekir. Mesela Stefan Zweig’ın Satranç kitabını okuyorsunuz ve burada dikkatinizi çeken bir kısmı işaretleyip ‘’mono-mani ile alakalı yazı materyali’’ şeklinde sınıflandırarak defterinize not alabilirsiniz. Böylece aradan vakit geçse bile hangi yazının hangi konusu ile alakalı hangi alıntıyı hangi kitapta bulacağınız ile alakalı kafanızda bir soru işareti kalmaz ve çalışmalarınıza sistemik olarak devam edebilirsiniz.
Kitap ile Romantik İlişkiye Girmeyin
Arkadaşlar, kitap bir materyaldir; dil ve kültür ile alakalı bir anlatım aracı olan yazının üst düzey bir tezahürüdür. Eğer ki erotizm açısından bile alışılagelmişin dışında bir cinsel çekim içerisinde değilseniz kitaba romantik yaklaşmayınız. Peki, neyi kast ediyorum bundan? Kitap şöyle güzeldir, kitap böyle iyidir, oh kitap kokusu, ah kitap ayracı vb. söylemlerin içerisine düşmeyiniz. Aynısı ‘’aman kitabı çizme, sayfa kenarını kıvırma’’ gibi laflar için de geçerli. Evet, kitaba değer vermek, özenli kullanmak önemlidir fakat bu, onu daha verimli ve uzun süre kullanabilmek içindir. Kenarı kıvırmamak, üstüne yazı yazmak, satırların altını çizmek gibi davranışlar işlevsel amaçlıdır. Ben The Challenge of Democracy kitabını nihale yerine kullandığımı bilirim yahu… Esas olan bir kitaptan ne kadar verim aldığınızdır, bu verimi artırmak için de ne gerekirse yapmaktan çekinmeyin. Unutmayın ki anlamadığınız halde kitabı ne kadar temiz kullandığınız sadece iki el kitapçıları ilgilendirir.
Altını Çizmek ile Kalmayın Revize Edin
Altını, üstünü ya da herhangi bir yerini çizdiğiniz veyahut post-it yardımı ile işaretlediğiniz —ki hiç sevmem— yerleri tekrar yazınız. Mesela, bir bölümü işaretlemeye değer gördünüz, işaretleyip bırakmayın. İşaretlediğiniz bölümdeki kilit cümleyi kendiniz özetleyerek başka bir yere not alın. Örnek olarak bu yazının ilerleyen kısımlarında kendisine atıf yapacağım filozofun ünlü bir sözü üzerinden gidelim;
‘’Her şey değişir ve hiçbir şey yerinde kalmaz; aynı nehirde iki kere yıkanamazsın.’’[1]
Heraklitos’un değişim ile alakalı olan bu sözünü işaretlediğinizi varsayalım. Bunu bir not defterine —ya da programına— ‘’aynı nehirde iki defa yıkanamazsın çünkü nehrin suyu taşıdığı gibi zaman da seni taşır. Ve sen değişmişsindir; aynı deneyimleri tekrarlasan bile her seferinde farklı bir insan olarak farklı deneyimler tecrübe edersin’’ şeklinde özetleyebilirsiniz. Dolayısı ile sadece orayı okuyup işaretlememiş aynı zamanda oradan kendinize bir pay çıkarıp bunu yazın dili ile ifade etmişsin olursunuz ki bu da demek oluyor ki dilin hem edinim hem de üretim faaliyetini kullanmış oluyorsunuz.
Saatlerce Kitap Okumaya Çalışmayın
Kitap okumak çok da kolay bir iş değildir çünkü farkında olmasanız da beyninizi yoran bir aktivitedir. Ben dâhil insanların büyük bir kısmının mustarip olduğu aşırı ekran süresinden kaynaklı hiperaktivite zaten herhangi bir işe odaklanmayı fazlasıyla zorlaştırırken bir de yaptığımız bu işin konsantre olmayı gerektirmesi sonucu kolay olmaması durumu vardır. İnsanlar her ne kadar dil konusunda doğada eşi görülmemiş bir beceriye ve bunu kullanma konusunda kolaylığa sahip olsalar da bu durum yazılı ve sözlü dilde farklıdır. İnsanlar sözel anlatımı sünger gibi çekerler ancak aynı rahatlık yazılı dil için geçerli değildir; beynin harflere bakması, algılaması onları aynı cümle içerisinde bütünlemesi, daha sonrasında metnin bütünlüğüne olan katkısını idrak etmesi gibi bir süreçten bahsettiğimi hatırlatmak isterim. İnsanların özellikle yatmadan önce yaptığı faaliyetlerden birisinin kitap okumak olması da bu yüzden manidardır zira beyni yorduğu için uyku moduna geçmeyi kolaylaştırır. Tam da bu yüzden kitabı saatlerce okumak gibi bir takıntıya girmeyin; bir gün 20 sayfa okursunuz başka bir gün 50 başka bir gün 10… Kendinize günlük sayfa limiti koymak en mantıklısı açıkçası gerçi metnin akışı bazen daha erken ya da daha geç bitirmenizi gerektirebilir. Şahsen ben yorulana kadar yapıyorum bunu ve kitap okuma alışkanlığı edindikten sonra beyninizin daha uzun süreler bunu sürdürebildiğini göreceksiniz. Zaten yeri geldiğinde bırakmadığınız zaman okuduğunuzdan bir şey anlamadığınızı ya da daha sonra aynı bölümü okuduğunuzda ‘’ya ben buradan gerçekten bir şey anlamamışım’’ dediğinizi göreceksiniz. O yüzden zorlamayın; bir kitabı bir günde bitirmeniz gerekmez, günde 20 sayfa okumak da utanılacak bir şey değildir. Bonus olarak, kitap okurken yorulduğunuzu hissettiğinizde yarım saatlik bir uyku çekin. Vücut uykuyu beyin için ister ve bu kısa aralıklı yapacağınız aç-kapa işlemi emin olun tazelenmenizi sağlayacaktır.
Sıkıldığınız Zaman Bırakın
Bu kısım yine kitaba farklı bir değer biçmekten geliyor olsa gerek. Arkadaşlar bu bir kitap, uzun süreli bir ilişki değil; yeri geldiğinde sıkılıp bırakmayı bilmelisiniz. Gerçi insanlar günümüzde bunu tam olarak da romantik ilişkilerinde yapıyorlar ama ne desem bilemedim… Bu hem gün içerisinde kitap okuyorken hem de genel olarak bir kitabı okuma aşaması içerisinde düşünmeniz gereken bir şey. Eğer sıkıldıysanız bırakın, başka bir kitaba geçin ya da açıp benim yazılarımı okuyun mesela… Ufak çaplı bir reklam girişiminin ardından şunu söyleyebilirim ki bir kitabı defalarca denemenize rağmen olmuyorsa, gerek geçirdiğiniz vakitten gerekse okuduğunu metinden bir şey anlamıyorsanız o kitabı bırakın, belki de henüz o kitabın zamanı değildir…
Kitabın Tamamını Okumak Zorunda Değilsiniz
Bir önceki bölümle paralel gibi görülen bu maddeye bir şerh düşmek isterim; sadece bazı kitap türleri için geçerlidir... Bu tavsiyeyi roman gibi hikâyesel kitaplar için vermiyorum çünkü bu tür kitaplarda bazen gereksiz gördüğünüz ayrıntılarda bile yazar bir şeyler anlatmak ya da kasıtlı olarak hiçbir şey anlatmamak istemiş olabilir. Buna mukabil Emrah Safa Gürkan’ın Sultanın Korsanları gibi bilimsel arka planlı kitaplarda zaten giriş kısmında içindekiler minvalinde bir bölüm olur. Buradan merak ettiğiniz bölümleri seçip okumanız çoğu zaman yeterli olacaktır. Elbette ki tamamını okumak en iyisi zira iyi yazılmış bir kitabın tüm bölümleri ya birbirinin eksiğini kapatacak ya da kapsamının genişlemesine yardımcı olacak şekilde yazılmıştır. Benzer şekilde aynı anda birden fazla kitap da okunabilir elbette. Bir kitabı bitirmeden diğerine başlamamak gibi alışılagelmiş düşünceleri bir tarafa bırakın bazen insanın tarz değiştirmeye ihtiyacı olur malum, hayatınızın işleyişi her zaman izin arzuladığınız yönde olmayabiliyor.
Kademeli Bir Şekilde Okuyarak Kendinize Meydan Okuyun
Belki de tüm yazının en can alıcı noktasına giriş yapıyoruz; kademeli okuma ve konfor alanından çıkma… Arkadaşlar, soyut bilgi hiçbir şeydir. Bu söylediğime özellikle felsefe çıkışlılar büyük itiraz edecek farkındayım ancak gerçekler duygularınızı umursamaz. Soyut bilgi sahibi olmak elbet ki faydalı bir şeydir ancak bu soyut bilginin herhangi bir şekilde çıktısının olması, özellikle yaşadığımız bu dönemde zorunludur. Teknoloji ve bilim arasındaki farkı düşünün; teknoloji-tasarım üretilmiş olan soyut bilimsel bilginin kullanımı ve faydacı bir yolla tezahürüdür. Bu dönemin ruhu yoğun ve hızlı üretilen ve hızlı üretilen çıktılar üzerine ancak elbet ki soyut bilgi kendisinden bir şey kaybetmiş değil. Özellikle sosyal bilimlerin yöntemsel olarak zirveyi yaşadığı bu zamanda tartışmaların bu kadar vasat bir kanalda dönmesi bu durumun sonuçlarından birisidir.
Bugün sosyal bilimler özellikle bazı alanlarda fen bilimleri kadar kalitatif bir yapıya sahip. Akademisyenlerin ofislerine kapanıp saha araştırmasından, deneylerden uzak bir şekilde sadece rapor ve makale okuyarak ‘bilim’ yaptığı dönemler geride kaldı. Tam da bu yüzdendir ki bugün Freud ve dönemi akademisyenlerin araştırmaları bugünkü bilim tanımına uymaktan fazlasıyla uzaktır. Birtakım alanların ve yöntemlerin gelişiminde oynadıkları role kimse laf edemez tabi ki ancak bu ayrı bir konu. Antik Yunan’da bilimin olmazsa olmazı olarak kabul edilen felsefe bugün bilimden ziyade entelektüel bir faaliyettir. Mademki tanımlamalar ve günün arz-talep ilişkisi değişti ne yapacağız? Bu soyut bilgiyi pratiğe dökeceksiniz bu bir kitap yazarak, roman yazarak, makale yazarak, aygıt yaparak ve benzeri üretimler ile mümkündür. Nitekim sosyal bilim çıkışlı öğrenciler dâhil çoğu insanda bir malumatfuruşçu yapı görmeniz işten bile değildir. Mesela çoğu kişi size Sokrates’in ne dediğini anlatabilir hatta bunu direkt ezbere de söyleyebilir ancak çok az insan size Sokrates ile alakalı ne dendiğini anlatacak niteliğe sahiptir. Bu, öğrenme değildir daha çok nitelikli ezberlemedir. Gerçi onu bile düzgün yaptıklarını söyleyemem zira piyasa Nietzsche’nin nihilist olduğunu iddia eden insanlarla dolu. Halbuki bizzat kendisinin yazdığı ve orada bahsettiği Güç İstenci kitabının sadece ilk değil ikinci bölümünü de okusalar hatta bunları da geçtim ilk bölümden önce önsözü okusalar bunun böyle olmadığını anlayacaklar… Bu ve benzeri durumların oluşmasının yegâne sebebi aslında insanların fikirsel üretim yapamamasından geliyor çünkü bunu yapabilmek için insanın kendi düşüncelerine meydan okuması lazım. Özellikle manevi değerlerin salyalar saçarcasına sorgulandığı bu dönemde insanların hayatta kalabilmek adına üzerinde durabilecekleri bir zemin bulamaması sonucunda insanlar kendi hayali cemaatlerinin içerisine kapanıyor ve yankı odalarında yaşıyor. Herkes kendi fikrini onaylayacak insanları bulma ve o insanlarla oluşturduğu fikirleri dogmatik bir şekilde savunma derdinde. Bu yüzdendir ki bugün geldiği noktada feminizmin, komünizmin, veganizmin pratik olarak dinlerden farkı kalmamıştır. Ancak şu da unutulmamalıdır ki insanlar dolayısı ile toplum kendisini rahatsız eden lafı duymak istemiyorsa gelişemez.
İçerisinde nasıl olduğunu anlayamayacağımız bir şekilde çürüyeceğimiz bu konfor alanına kendini kaptırmak istemiyorsa bir insan, yüzeysel okuma değil kademeli okuma yapacak ve bunlar da mümkünse kendi fikrine meydan okuyan konularda olacak. Sorarım size; kaç komünist Ulusların Zenginliği kitabını okumuştur? Ya da kaç milliyetçi Das Kapital’i okumuştur? Kendisini Türkçü olarak adlandıran bir insanın bırakın zıt bir fikri okumasını Türkçülüğün Esasları’nı bile okumadığını anlamak için çoğu ile beş dakika muhabbet etmeni yeterli olacaktır.
(Kademeli okumanın nasıl yapılacağı konusunda sıkıntı yaşayan arkadaşlara memnuniyetle yardımcı olurum. Muhtemelen ileride bu konu ile alakalı da bir yazı yazarım.)
Aynı Kitabı Tekrar Okuyun
Sonunda yazının başlarında bahsettiğim kısma geldik ve Heraklitos’a dönüş yapıyoruz. Bu kısa süreli aralıkla yapılacak bir şey olmamakla birlikte faydasını göreceğiniz bir uygulama olacaktır. Zaman geçer, hayat şartları değişir, yeni yaşanmışlıklar, yeni koşullar gelişir ve siz de akan nehir gibi farklılaşırsınız. Evet kimliğiniz aynıdır ancak benliğiz farklı; nehrin suyu taşıdığı gibi zaman da sizi taşımıştır. Nasıl ki Ahmet Haşim’in Merdivenler şiiri yirmili yaşlarda farklı ellili yaşlarda farklı bir his uyandırıyorsa kitaplar da öyledir. Eminim ki üniversitede Jack London’dan Martin Eden’ı okuduğum zaman bende yarattığı etki ortaokulda varoluşsal açıdan bu kadar ağır olmazdı. Bunu, sizi yoğun bir şekilde etkileyen kitaplar için yapmanız daha mantıklı olacaktır; iki ila üç yıl sonra bugün okumuş olduğunuz bir kitabı tekrar okuyun farkı göreceksiniz. Ben en yakın zamanda Yüzüklerin Efendisi serisi için bunu yaptım ve Tolkien’e gerçekten bir kere daha hayran kaldım diyebilirim.
[1] ‘’Safto to kosmo ola alazun. Tipota den meni idio.’’ Yun.
Comments