top of page

Neden Yazıyorum?


 

Karga

16 Nisan 2022

 

Samanyolu, Cosmos, Yıldızlar

Normalde yazılarımda düşüncelerim ve onların dayandığı temeller üzerinden giderim. Genellikle de kendi özümsediğim şeyleri hasbelkader anlatmaya çalışırım, hele ki sizin düşüncelerinizi size, sizden daha net açıklayabiliyorsam kendimi gerçekten tatmin olmuş hissederim. Hiçbir şey olmasa dahi en azından sorgulatmak bile keyif veriyor diyebilirim.[1] Lakin bu sefer direkt olarak benden kaynaklanana bir şeyden bahsedeceğim. Genel olarak blog’un yazarını tanımak maksadı güdüyorsanız fayda sağlayabilir, çok da ilginizi çekmediyse yazıyı direkt atlayabilirsiniz.


Herkesin hayatının birçok döneminde yaptığı sorgulamalar vardır. Bir sürü farklı konuya doğru gider bu; aşk, tanrı, hayat, arkadaşlık ve benzeri konularla uzar gider. Bu yazının konusu da aslında benim daha öncesinde yaptığım bir muhakeme ile alakalı. Bunun benzerini daha önce bir yazımda belirtmiştim sanıyorum; uzun süre boyunca kendimi kötümser birisi olarak addederdim. Daha sonrasında ‘’gerçekçi’’ demeyi daha uygun buldum çünkü fark ettim ki ben kötümser değilmişim, hayat boktanmış. Benim, hasbelkader hayata karşı yaptığım anlam çıkarımı beni buraya getirdi çünkü fark ettim ki gerçekten hayatın —bireysel boyutta— pek bir anlamı yok. En iyi ihtimalle 80-90 yıl civarında yaşayıp ondan sonra siktir olup gideceğiz ancak işte olay tam da burada gizli. Hani ‘’bir kere geleceğiz dünyaya kardeşim’’ dedikten sonra ‘’vur patlasın çal oynasın’’ hallerine girmek bana kitabı tersten okumak gibi geliyor. Böyle düşünüyorum çünkü tam da dünyaya bir kez geleceğimiz için anlamlı yaşamaya çalışmak gerekmez mi? Bu anlamlı yaşamayı büyük kolektif fikirleri kucaklamak falan filan anlamında de demiyorum çünkü gerçekten bunun çok iddialı bir eylem olduğu kanısındayım. Düşündüğümüzün aksine çok ama çok daha az bir kısmımız gerçekten ciddi değişimlere imza atacak, tam da bundan ötürü özendirilmesi gereken bir ideal değil bu.


Şimdi diyebilirsiniz ki ‘’az önce hayatın çok da anlamı yok dedin şimdi de hayatı anlamlı yaşamak lazım diyo’sun’’ ki haklı da bir itiraz. Nitekim olay da burada zaten, olmayan anlamı oldurmak lazım ve bunun öyle yüce bir anlam olmasına falan da gerek yok. Ben âcizane, bunun tutku aracılığı ile olabileceği sonucuna vardım ve bu yüzden ne yaparsam yapayım tutku ile yapmaya çalışıyorum ve gerçekten bağlanamayacağım herhangi bir şeyden de mümkün mertebe kaçınmaya çalışıyorum. Muhabbet ederken, oyun oynarken, araştırma yaparken, severken, sevişirken artık her ne yapıyorsam içerisinde tutku arıyorum. Peki, bunun neden yazdığımla ne alakası var? Alakası var çünkü ifade etmek, insan için bir varoluş meselesi.


Bildiğiniz üzere doğada insan dışında, insan kadar kompleks bir dil becerisine sahip başka bir canlı yok. İnsanın neden böyle bir dil yapısına sahip olduğu ile alakalı çok sayıda ve gayet tatmin edici araştırmalar da mevcut. Lakin işin daha da etkileyici kısmı dilin geldiği seviyedir. Normal şartlarda dilin en basit hali dahi toplum içerisindeki sosyal dinamikleri çözümlemek için fazlası ile yeterli iken dilin bu kadar farklı yapılara erişebilmiş olması aynı zamanda sanatın da sebebini açıklayan bir sonuca götürüyor bizi. Biraz romantik bir söylem gibi gelecek nitekim hasbelkader bir literatür taraması bu söyleyeceğim şeyin bilimsel arka planını açıklamaya yetecektir, bu kısmı meraklılarına bırakıyorum. Dilin geldiği son nokta ve dolayısı ile sanat, insanın ölümü aşma çabasının bir tezahürüdür. Destanların, mitolojilerin, dinlerin ve şu an dünyada hâkim olan kültür dinamiklerinin tamamen ölüm merkezci olmasının sebebi de budur çünkü insan aynı zamanda öleceğinin farkında olan da tek canlıdır. Fark ettiniz mi, yazının başına döndük. Anlatmak istediğim şey de bu; günün sonunda bizi ilgilendiren yegâne soru ölümün varlığı ile nasıl başa çıkacağımızdır. Ben ölümle, elimde olan hayatı tutkulu yaşayarak baş etmeyi seçtim yazdığım yazılar ise bununla mücadelemin yansıması.

Yazılarımda yer yer küfür etmemin, politik olarak doğrulanmayı beklemememin, buna mukabil insanları gücendirmeye meyilli şeylerden bahsediyor olmamın da temel sebebi bu aslında. Yine tam da bu yüzden diyorum ki insan anılarda yaşar. Zira insanı geçmişinden bağımsız düşünmek mümkün değil mademki durum bu, günün sonunda bize geçmişten kalan yegâne şey anılarımız oluyor. Dolayısı ile bizi yapılandıran şeyler de anılar oluyor. O zaman anıları tutkulu bir şekilde yaşamak lazım.


Hem doğal bir yeti hem de bir güdü olan ifade ihtiyacını yazarak dindirmeye çalışmak da benim kendimi iyileştirme şeklim. Wittgenstein’ın da dediği gibi; dilimin sınırları dünyamın sınırlarıdır. Var olmak çok yorucu…

 

[1] Bkz. Sokratik Yöntem.

Comentarios


Fikir ve görüşleriniz için...

Gönderiminiz için teşekkürler!

İnsan, anılarda yaşar.

bottom of page