Siyahi Karakter Sorunsalı
- corvinaecorvus
- 2 Şub 2022
- 4 dakikada okunur
Güncelleme tarihi: 25 Tem 2024
Karga
15 Temmuz 2021

Bugün, her konusu açıldığında aşırı sinirlendiğim bir konudan daha doğrusu bir durumdan bahsedeceğim sizlere. Hatta o kadar sinir olduğum bir konu ki uyguladığım sert basıncın klavyenin tuşlarını bozmaması için her bir harfi duraksayarak basıyorum. Daha önceki yazılarımdan da hasbelkader anlaşılmıştır ki ben bu devrin kakofonisinden illallah ettim. İmkânım olsa da uzun uzun bunları anlatsam ancak dilin felsefesine bakışım gereği, dilin fikirleri ifade etmeye büyük ölçüde yetmesine karşın konu duygulara gelince bunun idraki bir hayli zorlaşıyor.
Bilindiği üzere çağımızın kanserlerinden birisi olan ‘’politik doğruculuk’’ her yerde baş gösteriyor. Özellikle Hollywood ve Netflix’te de denk gelebileceğiniz siyahi karakter sorunsalı; özellikle Batı menşeili bu iki platformdan bahsediyorum keza artık işin ucu kaçmaya başladı. Anglofobik bir insan gibi görünmeyi istememek ile birlikte Atlantik ülkelerinin etnik meselelerde sabıkalı olduğu malum, bu durum ile ilgili vicdanen rahatsız oldukları da malum, en azından kâğıt üstünde… Ancak bu vicdani sorumluluğu telafi etme şekillerinde çok ağır bir ahmaklık gizli keza İskandinav mitolojisinde, spesifik olarak teninin beyazlığından bahsedilen ve bu yüzden Parlayan Tanrı (Shining God, The Pale God) olarak anılan Heimdall’ı Zenci bir oyuncuya oynatınca bu durumun telafi olacağı şeklinde bir mantalite var. Aynı şekilde Homeros’un İlyada ve Odesa’da bahsettiği Yunan halklarından birisi olan Akalar’ın epik kahramanı, Yunan mitolojisinde ‘’Tanrıların Babası’’ olarak anılan Zeus'un torunu ve su tanrıçası Thetis’in oğlu olan Aşil’i, Ganalı bir oyuncu canlandırdığı zaman daha doğru olmuyor aksine kültürel tarih yok ediliyor. Bu konu ile ilgili en olabilecek ihtimal Akalar’ı, Akadlar ile karıştırmış olmaları kaldı ki o zaman da kurtarmıyor… Pozitif ayrımcılığın toplumsal uygulamalarda yer yer, dozunu aşmadan olması gerekli iken etnik konularda söz konusu olmasının durumu çözmekten ziyade daha da kötüye götürdüğünü düşünüyorum daha doğrusu görüyorum. Eğer etnik farklılıkların yok olmasını istiyorsak bunu, o grubun dezavantajlı[1] olduğunu kafalarına vurarak değil, onları özümseyerek yapmalıyız. Bahsi geçen konularda sergilenen bu saçma tavırlar hem siyahlara hem beyazlara hem de tarihe hem de edebi eserlerin yazarlarına hakarettir. Edebi açıdan şöyle bir örnek verelim; J.R.R. Tolkien tarafından oluşturulan Orta Dünya evreninde birçok farklı etnisiteden insanların bahsi geçiyor olmasına karşın net olarak zenci bir toplumdan bahsedilmemektedir. Buna karşın, aynı evrenden uyarlanan bir bilgisayar oyunu olan Shadow of Mordor adlı bilgisayar oyununda Baranor adında zenci bir karakter bulunmakta. Arka plan bilgisinde kendisinin Harad kökenli olduğu belirtilmiş olsa da bu, durumu açıklamaya yetmemektedir ancak kanalları karıştırmamak lazım; sonuçta bu bir uyarlama ve hikâye içerisinde bu durum pek sırıtmıyor, sonuçta ‘’teni ay kadar beyaz’’[2] olan Galadriel’i de zenci yapabilirlerdi… Böyle bir durum benim daha öncesinde de gerek Fantas[an]tik Dergi’de deneme olarak yazdığım gerekse bitirme tezimde konu edindiğim fantastik gerçeklik kavramının ihlali anlamına gelirdi. Bu kavramın ihlali ise hikâyenin evren yapısını alt-üst edeceği için, bir yazara yapılmış en büyük hakaretlerin başında gelir. Bununla birlikte karakterlerin arasına, kurguyu bozmak uğruna koyulan farklı etnik kimliklere mensup bireyler sadece bir takım insanların ağzına bir parmak bal çalmaktan ibaret olmakla birlikte bahsi geçen etnik grupları aptal yerine koymaktan farklı değildir keza böyle hamleler ile tatmin olacaklarını düşünmek ahmaklıktır. İşin en can alıcı kısmı ise normalde böyle saçma davranışlara tepki verilmesi gerekirken, hassas konular kategorisine girdikleri için ve hatta gün geçtikte daha da hassas oldukları için —ironik olarak— konu ile ilgili şikâyeti dillendirmek, mevzubahis konunun karşıtı olmak gibi anlaşılıyor. Normalde toplumsal ve daha çok kavram bazlı konuların tartışılması bu zamanın olumlu bir özelliği iken, ‘’tabuların yıkıldığı çağ’’ olarak adlandırabileceğimiz bu post-modern dönem, konular köşelere çekildiği zaman bize aslında bu çağın tabuları yıkmadığını ancak eski tabuları yenileri ile değiştirdiğini gösteriyor. Zira bu tavır sorunların kökenine ateş etmiyor bundan ötürü de çözülmesini engelliyor. Bunun nedeni ise oluşan yeni tabuların ifade özgürlüğünü engelliyor olması.
Bir insanın ırkçı olma gibi bir özgürlüğü yoktur ancak ırkçı olmayan fikrini ifade ederken seçtiği retorik, ırkçı gibi görünmeyi göze alabileceği kadar ofansif olabilmelidir. Oluşturduğumuz bu yeni tabular ise ifade özgürlüğünü kısıtlamaktadır. Normal şartlarda iyimser gibi görünen ancak ırkçılığın gizli ortağı olan bu duruma laf etmek insanların kafasında ‘’neden ırkçılık ile baş eden insanlarla bu kadar derdin var’’ gibi bir sorunun oluşmasına sebebiyet veriyor. İsterseniz durumu şöyle açıklayarak yazımı sonlandırayım; Amerika Birleşik Devletleri’nin Barack Obama gibi hem siyahi hem de ABD anakarası dışında doğmuş olan bir devlet başkanı oldu ancak bu demek değildir ki ırkçılık bitti, daha bir yıl öncesinde olanlar malum. Aynı şekilde Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin de kadın bir yöneticisi oldu; Tansu Çiller. Nitekim ne değişti? Bu ülkede kadınlar daha mı düzgün yaşıyor ya da bu konuda ne kadar yol kat ettik? Pozitif ayrımcılık; beyazlara ırkçılık, ezilmiş gruplara da bir parmak bal çalmak demektir ve sonuç olarak, ne ayrımcılık böyle çözülür ne de altı yüz yıllık eziyet böyle telafi edilir.
Comments