Türk Siyaseti Son Durum
- corvinaecorvus
- 8 May 2022
- 13 dakikada okunur
Güncelleme tarihi: 12 May 2022
Karga
7 Mayıs 2022

Efendim hoş geldiniz, hoş geldiniz… Bu yazıda Türk siyasetinin, belirttiğim tarihteki son durumunu sizlere özetleyeceğim. Hani olur da yarın bir gün geçmişe bakmak istersek neler nasıl değişmiş falan diye, tarihe not düşmek lazım… Kısa bir yazı olacak zira demokrasimizin hala ne kadar yüzeysel uygulamalar ile yapıldığı malumunuz…
Şu an ülke siyasetinde mevcut iki ittifak var; Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP), Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) ve Büyük Birlik Partisi’nden (BBP) oluşan Cumhur İttifakı ve Cumhuriyet Halk Partisi (CHP), İYİ Parti, Saadet Partisi (resmi kısaltması SAADET, gayri resmi SP) ve Demokrat Parti’den (DP) oluşan Millet İttifakı. İttifak mantığına göre aynı ittifak içerisinde yer alan partiler oy toplamları, seçim barajı ve dolayısı ile milletvekili açısından aynı havuzda toplanırlar. Mesela aşağı yukarı %2’lik bir oyu olan Saadet Partisi, ittifak içerisinde olduğu için eğer ittifak barajı geçerse meclise girebilir. Bu iki seçim ittifakının dışında bir ittifak daha var diyebiliriz; 6’lı muhalefet ittifakı. Cumhuriyetçi Hareket Partisi, İYİ Parti, Saadet Partisi, Demokrat Parti, Demokrasi ve Atılım Partisi (DEVA) ve Gelecek Partisi (resmi kısaltması yok, gayri resmî kısaltması GP) sıradaki Cumhurbaşkanlığı seçiminde ortak adayı destekleyeceklerini ve dolayısı ile kazanmaları durumunda hükümet içerisinde birlik yapacaklarını ifade ettiler. Tam da burada işin civcivli kısmına geldik…
CHP, gerek Millet İttifakı’nın gerekse 6’lı İttifak’ın hem lokomotifi konumunda hem de birleştiricisi ki bu gayet normal zira aralarındaki en yüksek oy potansiyeline sahip parti bununla birlikte ülkenin de en köklü partisi. Fakat Atatürk zamanından beri —yani kurulduğundan beri— daima bir iç çatışmaya gebe. Bu, parti içerisindeki demokrasiyi de gösteriyor olmakla birlikte neden parti başındaki isim defalarca seçim kaybetmesine rağmen koltuğunda oturuyor diye sormadan edemiyor insanlar. Ben bu soruyu sormuyorum çünkü Türkiye’nin neredeyse her alanında kadroculuk vardır, yani başa gelen kişi yetkili organları kendi kadroları ile doldurur böylece koltuğunu kaybetmez. Yani kaybetse de kaybetmez çünkü bulunduğu alana nüfuz etmiştir. Bununla birlikte bir partinin defalarca seçim kaybetmiş olması da daima başarısızlık anlamına gelmez. Yine aynı şekilde Kemal Kılıçdaroğlu döneminde parti olumlu bir ivme kat etti, en azından oy oranı açısından. Ayrıca son yerel seçimde her ne kadar iktidarın aldığı oy oranı daha fazla olsa da metropoller muhalefetin eline geçti ve burada Kılıçdaroğlu’nun etkisi büyük. Nitekim siyasi partilerin asıl fonksiyonu mecliste bulundukları süre içerisince temsil ettikleri kanat üzerinden muhalefet yapmak ve hükümeti gerek politika yapmaya gerekse politika değiştirmeye itmektir. Peki CHP bunu iyi yapıyor mu derseniz… Ülkede enflasyon Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TUİK) verilerine göre bile %54 iken hala iktidar partisi lider parti ise muhalefetin başarılı olduğunu söylemek mümkün olmaz. Bile diyorum çünkü herkes hissediyor ki oran %100’ün üzerinde. Ülkenin demografisi rezalet bir durumda, kontrolsüz göç sorunu var, bilim üretimi bitmiş, kurumlarda liyakatsizlik var, adalete güven kalmamış, eğitim desen zaten yok. Tüm bunlara rağmen AKP en kötü anketinde dahi %32’nin altına düşmüyor. Peki, burada halkın suçu yok mu, hani demokrasi kültürünün olmayışı falan? Yahu tamam da senin işin ne kardeşim? Muhalefet değil misin sen, anlatacaksın. Anlamıyorlarsa bir kez daha anlatacaksın bunu da yapamıyorsan sine-i millete döneceksin. Ne hakla benim vergimle maaşını alıyorsun mademki insanları ikna edemiyorsun? Şimdi insanları ikna etmek için ne yapıyorlar biliyor musunuz? Ne yapmıyorlar ki…
Kılıçdaroğlu özellikle son iki senede ülkede yaşanan krizlerle birlikte seçimin kesinlikle kazanılacağını düşündüğü için olsa gerek her konuşmasına kendi adaylığı ile alakalı sürekli vites yükseltiyor. İlk başlarda ben ve birçok seçmen bunu Kılıçdaroğlu’nun, dikkatleri kendi üzerine alıp potansiyel adayları korumak için yaptığı bir fedakârlık sanmıştık. Hem akla uyan hem de Kılıçdaroğlu’na yakıştığını düşündüğümüz bir hareketti bu ancak galiba kendisi hakikaten adaylığa hazırlanıyor. Buradaki sorun ise kendisinin, kazanma ihtimali en düşük görülen aday olması ki ben de böyle düşünüyorum. Ulan hadi buna da ‘he’ dedik diyelim kazanmak için izlediği yollar o kadar ahmakça ki. Ahmakça çünkü oy alabileceği her yöne yaslanmaya çalışıyor ve tahmin edebileceğiniz üzere bunu yaparken her türlü ilkeyi çiğniyor. Yahu demokrasilerde bir yönetim herkesin onayını alıyorsa zaten ortada bir piçlik vardır, demokrasilerde çoğulculuk dediğimiz şey de bunun bir yansımasıdır. İçerisinde barındırdığı Atatürk ve ilkelerine aykırı insanların hiçbir yaptırıma maruz kalmadan saçma salak hareketlerde bulunabilmelerini geçtim parti başkanı da çok farklı değil. CHP’yi çok eleştiriyorum çünkü ben ona verdiğim oyumun, temsil hakkımın hesabını soruyorum. Yahu adama derler ‘’senin hiç mi omurgan yok?’’ Kaypakça siyaset yaparak seçimi kazanmaya çalışan bir CHP var karşımızda, evet son durum bu…
Memleket Partisi ise eski Cumhurbaşkanı adayı Muharrem İnce’nin kurduğu bir parti olmakla birlikte parti politikası olarak genel anlamda CHP tandanslı. Bunu bir eleştiri anlamında söylemiyorum zira CHP’nin muhafazakâr tabanından çıkan bir adayın kişisel gayeleri etrafında kurulan bir parti elbette benzer bir politikaya sahip olması normal. Heh işte şimdi en önemli ayrıntıya geldik; adayın kişisel çıkarları… Daha önce de belirttiğim gibi Muharrem İnce 2018 Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde muhalefetin adaylarından birisiydi. Bu süreç içerisinde gerçekten çok yoğun bir çalışma gerçekleştirdiği aşikâr ve bunun karşılığı olarak da %30.67 gibi bir oy oranına erişti. CHP’nin uzun yıllardır erişemediği bir oy oranıydı bu. Nitekim kendisi bu seçimde ikinci oldu ve seçimi tekrar Recep Tayyip Erdoğan kazandı. Bundan sonrasında Muharrem İnce, Kemal Kılıçdaroğlu ile yarışmak için CHP kurultayında genel başkan adayı oldu nitekim Kılıçdaroğlu yanlış hatırlamıyorsam %75 gibi bir oyla tekrar seçildi. Buradan sonra İnce gemileri yaktı diyebilirim; partide bir ayar çekti, sonra partiden ayrıldı ve kendi partisini kurdu ve Cumhurbaşkanlığı sürecinde CHP’nin kendisini harcadığını iddia etti. Merkeze Kılıçdaroğlu’nu koyarak, kaybetmesinin planlı olduğu iddiasını da öne sürerek cumhurbaşkanlığına oynayacağını ilan etti. Nitekim burada şöyle bir sıkıntı var ki kendisinin çıktığı her programda söylediği şeyler aynı eksen etrafında sürüyor; CHP kötü, bana bunları yaptı, bana oy verin. Yahu tamam iddiaları doğru olsun, bunların hepsini yapmış, Muharrem İnce’nin önünü kesmek için kumpas kurmuş olsunlar ve Kemal Kılıçdaroğlu dünyanın en rezil insanı olsun; ulan o zaman bile bu benim sana oy vermem için bir sebep değil ki. Daha doğrusu yeterli bir sebep değil bana çözüm ver çözüm; ülkede bu kadar çok alanda bu kadar sıkıntı varken ne yapacaksın da çözeceksin bunu, onu anlat bana. Fakat İnce yine ‘’beni dövdüler api…’’ Tüm bunlara rağmen İnce’nin siyasetteki fonksiyonunun işe yarayacağını düşünüyorum çünkü CHP’nin belki de düşünüp oy kaygısından ‘’götleri yemediği için’’ söyleyemediklerini İnce söyleyebiliyor. Kendisinin, ortalama bir CHP’liden daha muhafazakâr bir geçmişten geliyor olmasının verdiği avantaj da var tabi. Örneğin CHP açık açık tarikatları, cemaatleri karşısına alamayacak kadar kaypak iken İnce bunu söyleyebilecek bir alana sahip.
AKP’ye gelecek olursak; az önce bahsettiğim tüm sıkıntılar var ya heh, onların sorumluları işte bunlar. Dünyanın en büyük 17. Ekonomisi olan Türkiye 23’e geriledi, kişi başına düşen milli geliri 10.000 dolar civarında olan Türkiye 5667’e geriledi. Şöyle açıklayayım size; tıp doktorlarımız yani bölümü tercih etmek için dahi en azından ilk 15 bin’e girmen gereken, girdikten sonra 6 sene okuduğun ve asıl zorluğun okuması olduğu söylenen, üniversiteden yüksek lisans düzeyinde bir diploma ile ayrılan ve diplomaları dünyanın her yerinde kabul edilen bu insanlar var ya, heh işte onların aldıkları maaş ayda 1000 dolar bile değil. Üniversiteler rant amaçlı kurulur oldu ve geçtiğimiz aylarda sınavların barajları da kaldırıldı. Taşı taşa vurup ateş yapmayı bilen herkes üniversite okuyacak yani, yeni kıstasımız bu. Ekonomiye gelecek olursak, bizzat ben 2 hafta önce domatesin kilosunu 23 liraya aldım… Emin olun o kadar çok şey sayabilirim ki gerçekten buraya sığdırabileceğimi sanmıyorum. Kısacası ben bu iktidarla bir türlü barışamadım ki zaten barışmak da istemiyorum. Yazının devamında nedenini daha da iyi anlayacaksınız.
İYİ Parti ise seçmenini ülkücü olmadıklarına ikna etmeye çalışıyorlar nitekim bünyesindeki insanlara baktığımız zaman birtakım para-babası ve ‘’asarım keserim’’ tiplerden oluşan çinko-karbon bir milliyetçi parti. Ancak yeni kurulmuş bir parti olmasına karşın ciddi bir oy oranına sahipler. Anketlerin söylediğine göre %10 ile %14 arasında bir oy oranları var, hadi biz buna %12 diyelim. Peki, nasıl oldu da İYİ Parti bu kadar kısa süre içerisinde böyle bir oy oranına yükselebildi? Siyasette her parti başat ideolojiler üzerine kurulmaz bazı partiler dönemin ruhuna (zeitgeist) uygun siyasi ajanda hazırlayarak ortaya çıkarlar. Bu Tür partiler konjonktürel partilerdir yani dönemin şartlarına göre kurulur ve dönemin şartları değiştiği zaman siyasi ömürlerini tamamlarlar. Anavatan Partisi (ANAP) buna bir örnektir, AKP buna bir örnektir… Nitekim ideoloji bazlı olan partiler zaman zaman oyları artırmakla birlikte daima kemik bir kitleye sahiptir, o ideoloji ölmediği sürece varlıklarını korurlar. CHP buna bir örnektir, DP ve Saadet Partisi de örneklerden olmakla beraber MHP’de bunlara dâhildir. Peki, ideoloji bazlı kurulup belli bir kemik kitleye sahip olması beklenen MHP nasıl %6-7 aralığına düştü de daha sonrasında kurulan bir partiye nasıl bu kadar çok oy kaptırabildi? İşte ben de onu diyorum adamlar olmaz dediğimiz bir şeyi başardı. Başardı derken de MHP başardı ha bunu, yoksa İYİ Parti mükemmel bir politikaya sahip olduğu için değil. MHP daha muhafazakar, İYİ Parti ise nispeten daha ‘’modern’’[1] bir profil çizdi. Hem MHP’nin ani taraf değiştirmesinden rahatsız olan hem de MHP’nin muhafazakârlığı ile pek barışamayan kesim kendilerini yeni gelen seçeneğe attılar. Yoksa İYİ Parti aman aman iyi bir parti olduğundan değil, hatta şu kadar net söyleyeyim sizlere; İYİ Parti, AKP’nin siyasete başladığı konumda, hem siyasi skalada hem de politik olarak yazın bunu bir kenara…
MHP… Neyse siktir edin çok da önemli değil zaten.

Demokrat Parti ise hala 90’ların sonunda merkez sağın aldığı yaradan toparlanamamış durumda. Her ne kadar Türkiye’nin ikinci en eski partisi olsa ve belli bir siyaset geleneğine sahip olsa da varlık gösterdiği pek söylenemez. Nitekim ben, arka planlarında yatan siyaset geleneğinden olsa gerek, hem tavır olarak hem bakış açısı olarak hem de üslup olarak kendilerini saygıdeğer buluyorum. Fakat en azından yakın gelecekte bundan öteye geçebileceklerini de düşünmüyorum.
Sağdan sağdan devam edelim; Saadet Partisi dijital medyayı en iyi kullanan parti olmanın yanında bir türlü bu ülkenin temel kurucu ilkeleri ile barışamamış bir partidir kendileri. Kapatılan Refah Partisi’nin içerisinden doğan bu parti zamanında Çankaya Köşkü’nde dini tarikat liderlerini ağırlayacak, meydanlarda şeriat bayraklarının sallanmasına izin verecek kadar cumhuriyetin değerlerinden uzak bir partinin içerisinden çıkma yani… Ha onların içerisinden çıkıp farklı bir politika izliyor olamazlar mı? Laiklik ile hala barışık olamadıklarına dair söylemlerine denk gelmeniz hala mümkün. Aynı şekilde hala ümmetçiliğe kafayı takmış durumdalar. Oğlum o denendi lan halife cihat ilan etti Araplar İngiliz safında savaşa girdi. Hani daha ne olması lazım şu sevdadan vazgeçmeniz için?
Ayrıca az önce bahsettiğim cemaatlerle sevişen Refah Partisi’nin bir yeni versiyonu da var; Yeniden Refah Partisi. Tek vasfı Necmettin Erbakan’ın oğlu olmak olan Fatih Erbakan tarafından, eğer iktidardan oy kaçarsa toplasın diye kurulmuş bir parti. Bu kadar, arada Fatih Erbakan bir şeyler zırvalıyor onun dışında kayda değer bir şey yok.
Cemaatler demişken Mavi AKP’den bahsetmek istiyorum sizlere; Demokrasi ve Atılım Partisi namı diğer DEVA. Kurucusu, AKP’nin eski ekonomi ve dışişleri bakanı olan zattır kendisi. He tabi aynı zamanda Türkçe Olimpiyatları sırasında Fethullahçı Terör Örgütü’nün lideri Fethullah Gülen’e ‘’hoca efendi’’ diyerek övgüler yağdıran da kendisidir. Şimdi diyebilirsiniz ki; ya ama Karga o dönemin AKP kadrosunun tamamı ‘kandırıldıklarını’ söylediler ve FETÖ ile mücadele etmeye başladılar. Oldu amına koyayım her boku ye ondan sonra ‘’kandırılmışız usta.’’ Her insan hata yapamaz mı? Yapar elbet fakat siz onca danışmanla ülkeyi yönetirken hata krediniz pek yok elbette. Lan ayrıca terör örgütü ile birlik olma gibi bir ‘hata’ mı olur, alo polis? Türkiye Cumhuriyeti Devleti içerisinde meşruiyetini cemaatlerin kanaatinden alan hiçbir yapı legal değildir, olamaz. Bu yapı vakıf da olsa, parti de olsa, iktidar da olsa… Ha ayrıca kendisinin yaptığı siyasetin ‘’ben varken her şey çok iyiydi benden sonra bozdu bana oy verin tekrar düzelecek’’den öteye gidememesinin yanında Anayasanın ilk dört maddesinin uygun bir atmosfer oluştuğu zaman tartışılabileceği ve 1915 olayları ile ilgili özür dilemesi gibi hareketlerini de unutmamak lazım. Sahi, bu parti içerisindeki FETÖ artıkları ve parti başkanının bu ülkeye karşı daha nasıl hakaretlerde bulunması gerekiyor yaptırım yemeleri için? Sayın Babacan, ağzın hala maklube kokuyor…
Son olarak, gerek iktidar gerekse muhalefetin göçmenler üzerinden oynadığını görüyorum, yapmayın. Bu, üzerinden politika yapılabilecek bir konu değildir, bedeli çok ağır ödenir, tarihte de ödenmiştir. Bu durum ülkeyi kaosa götürür, benden söylemesi…
Böyle bir krize sebebiyet vermek ülkeye ihanet değildir de nedir?
İbreyi sağa doğru kökleyelim; karşınızda Büyük Birlik Partisi (BBP). Ümmetçilik, İslamcılık, Türk-İslam sentezi, Neo-Osmanlıcılık, muhafazakârlık ne ararsanız var bu partide. Yanlış anlaşılmasın insanların aşırı sağ ya da aşırı sol tandanslı partilere meylinin olmasına bir itirazım yok, yönetime gelmedikleri sürece… Evet, ben aşırıya kaçan herhangi bir ideolojinin varlığından memnun değilim çünkü aşırı ideolojilerin, başkalarının özgürlüklerine saygı duyacağını sanmıyorum. Bu parti Cumhur ittifakına dâhil olmakla birlikte birçok konuda iktidar yanlısı olup bazı zamanlarda iktidarın politikalarına itiraz ettikleri de oluyor. Muhtemelen kendi varlıklarını, en azından ideolojik olarak korumaya çalıştıklarını düşünüyorum. Son aldığım duyuma göre meclis seçimlerinde kendi listelerinden gireceklermiş. Hayırlısı olsun, umarım pek bir yere gelemezsiniz.
Liberal Demokrat Parti ise yok. Yani var ama yok şahsen ben genel başkanının kim olduğunu internetten öğrendim nitekim eski genel başkan Cem Toker’i sıkı bir şekilde takip ediyorum. O da ne yapsın, Twitter’da liberal olduğunu iddia eden insanlarla tartışıyor… Kendisini birçok kez ‘’arkadaşlar liberalizmin ne olduğunu tekrar konuşalım isterseniz’’ şeklinde isyanlarda bulunurken gördüm. Hâlihazırda kavramların tartışıldığı post-modern dönemde bir de Türkiye’deki bu kavram karmaşası ile uğraşmak ayrı bir sıkıntı. İnsanlar ne liberalizmin ne de liberalizm ile ilişkilendirilen kavramların ne anlama geldiğini biliyorlar. Kısacası LDP’nin rakibe ihtiyacı yok kendi andaval kitlesini neyin ne olduğuna ikna etmek onlara yetiyor.
Ve işte karşınızda Türkiye Değişim Partisi (TDP), Mustafa Sarıgül’ün sunumlarıyla. Sosyal demokrasi, Atatürkçülük, sosyal liberalizm… Hoş geldin iktidar yanlısı CHP bebek… Açıkça söylemek gerekirse kimse ciddiye almıyor ki zaten CHP’ye tepkili olup diğer iktidar partilerinde yer bulamayan oyları toplasın diye kurulmuş bir parti. Nitekim TikTok kariyerinde başarılı olacağını düşünüyorum. Ciddiyim; yaşına göre dinç, yakışıklı, proporsiyonu yerinde, gülüşü güzel ve konudan bağımsız olarak çektiği videolar insanlarda ‘’n’oluyor amk?’’ edası oluşturduğu için videolar da tutar.
HDP, halkların ‘’sözde’’ demokratik partisi ya da ‘’sözde’’ halkların demokratik partisi mi desem bilemedim… Özellikle batı menşeili toplulukların sözde ‘’insanlık hakları’’ adına yaşattığı ve aleni olarak ayrılıkçılığı savunan, terör örgütü ile bağlarını resmen koparmamakla birlikte zamanında Bebek Katili’nin heykelini dikeceğini dahi ilan etmiş bir partidir bu. Azınlık haklarını merkeze koyduğunu iddia eden ancak Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin aleyhine olan her konuda karşı tarafta yer almayı bilen bir parti bu. Şimdi diyeceksiniz ki ‘’ya madem böyle bir parti, nasıl var olabiliyor ve hatta nasıl meclise girebiliyor?’’ dünyanın hiçbir demokrasisinde böyle bir parti var olamaz zaten. Mesela düşünün Amerika Birleşik Devletlerinde bir partinin üyesisiniz, parlamentodasınız ve diyorsunuz ki ‘’Usame bin Ladin’in heykelini dikeceğiz’’ bak bakalım kaç türlü yerinden kaç farklı yöntemle kan alıyorlar senin… Demokrasi, her türlü illete göt verme rejimi değildir.
Türkiye İşçi Partisi (TİP) de takılıyor işte kendi halinde. Arada bir sosyalizm ayağına ayrılıkçılığı savunan HDP’ye yaslıyor onun dışında pek bir varlığı yok.
Vatan Partisi namı diğer Ulusalcılar ise iktidarı desteklemekle kendilerine sadık kalmak arasında gidip geliyorlar. Onlara sorsanız Türkiye’nin dış politikasını Vatan Partisi yönetiyor. Hem sosyalist hem de nasyonalist olan bu parti[3] sosyalist olmalarından mütevellit TKP ile yakın iken milliyetçi olmalarından mütevellit HDP’ye karşıdırlar. Binde 22 oy almaları üzerinden çok dalga geçiliyor olmasını çok umursamıyorum açıkçası zira demokrasilere devasa oy oranlarına sahip olmaya gerek yok, muhalefetini yapabildiğin sürece elbette… Nitekim Vatan Partisi birçok sosyalistin yaptığı hatayı yapıyor; sırf sosyalist olduğu için tarihteki tüm sosyalist figürleri kucaklıyorlar. Ulan Stalin’in neyini kucaklıyorsun be adam? Şimdi de Ukrayna-Rusya krizinde Rusya’yı haklı çıkartmaya çalışıyorlar.[4] Neyse, onlar dünyada olan her gelişmede Amerika’nın yıkılmaya başladığını söyleyedursunlar ancak hiçbir sik olmasın, biz de yazımıza devam edelim.
Zafer Partisi… Milliyetçi tabandan gelen bir parti olmakla birlikte parti kurucusu Ümit Özdağ bildiğim kadarı ile eski koyu ülkücü damardan geliyor. Ben ülkücülükle hiçbir zaman sevişemedim ne yalan söyleyeyim benim gördüğüm kadarı ile siyasi olarak mantıksız bir politika olmakla birlikte ideolojik olarak da kendi içerisinde tutarsızlıklara sahip. Nitekim parti programı içerisinde ülkücülük yer almıyor fakat içerisinde öyle bir damar olduğu aşikâr. Çok da sıkıntı değil gerçi, saçma sapan yerlere sapmadığı sürece zira her ideoloji benimle uyuşacak diye bir şey yok ancak Ümit Özdağ’ın üzerinde defalarca vurguladığı bir şey var ki ‘’biz Türk milliyetçisiyiz’’ diyor; milliyetçiliklerini Gazi Paşa’nın çizgisine dayandırıyorlar ki bu tam da benim kendi milliyetçiliğimi dayandırdığım nokta. Milliyetçilik üzerine ayrıca bir yazı yazacağım için şimdilik burada bırakıyorum. Kendisi gündemi temelde yaşanan bu kontrolsüz göç üzerinden değerlendirdi ve yönlendirdi hatta öyle ki sığınmacıları göndermeyeceğini söyleyen iktidar dahi ‘’göndereceğiz yav’’ modlarına girdi muhalefet ise yine fırdöndü. Ekonomi politikalarına bakarsak tam olarak oturmadığını söyleyebiliriz lakin bu, 7 aylık bir parti olmalarından geliyor olsa gerek. Üzerinde durdukları temel şeyler var elbette bu da neo-liberal ekonominin verdiği zararlar ve bunların, üretim ekonomisine geçilerek telafi edilmesi, karma ekonomi anlayacağınız. Karma ekonomi deyince çıldıran bir liberal güruh var ki bu kesim genellikle konuyu tam olarak anlamamış kesim; ağızlarından Adam Smith düşmez ancak adamın ne dediğini bilmezler. Serbest piyasa ekonomilerinde devlet asla ekonomiye müdahale etmez diye bir şey yok nitekim mümkün mertebe daha az müdahale etmesi gerekir. Smith’in Ulusların Zenginliği adlı eserinde anlattığı da budur; devlet, rekabeti engelleyecek şeyleri egale etmek ve fırsat eşitliğini sağlamak adına ekonomiye müdahale edebilir. Amerika Birleşik Devletleri’nde Theodore Roosevelt döneminde ‘’Soyguncu Baronlar’’ın (Robber Barons) ekonomiyi tekellerine almış olması sonucunda Roosevelt yasalar ve yaptırımlar ile bu baronların şirketlerini yüzlerce küçük parçaya bölmüştür ve tekelleşmeyi yasaklayan yasayı çıkartmıştır. Dolayısı ile devlet, rekabeti engelleyen dinamiği ortadan kaldırmak amacı ile ekonomiye müdahale etmiştir. Aynı şekilde Liberal ekonomi temelini fırsat eşitliğine dayandırır bu fırsat eşitliğini tahsis edecek olan da yine devlettir. O kadar ‘öcü’ bir şey değil yani bu karma ekonomik sistem. Ki zaten serbest piyasanın düzgün işleyebilmesi için üretime dayalı bir ekonomiye sahip olmanız şart, tüketim toplumundan bahsediyoruz yahu yürümeyi bilmeyen çocuğa koşmasını söylemek gibi; bi’ dur çocuk önce bir yürüsün sonra zaten koşacak. Bir başka üzerinde durduğu ise aslında cumhuriyet tarihinden beri kanayan bir yara olan köyden kente göç. Türkiye’nin bu ‘’şehirleşememe’’ serüveni o kadar derin ki edebiyatta, sinemada, müzikte ve bilumum her alanda bunun etkilerini görmek mümkün ki zaten yaşadığımız birçok sorunun özü aslında buradan gelmekte. Benim ihtisas alanıma giren bu konuyu değerlendiriş biçimini görünce heveslenmedim değil zira neyden nasıl bahsettiğinin bilincinde, ayrıntıları —yine— başka bir yazıda değerlendirmeyi düşünüyorum.

Nasıl da kimyanız bozuldu ama. Size kalsa mırra içip helalleşecektiniz cumhuriyetin tüm değerleri ile dalga geçenlerle. Fakat Zafer Partisi iki haftadır gündem belirliyor. 7 aylık bir parti yılların partilerinin yapamadığını yaptı, neden? Çünkü ülkede muhalefet diye bir şey yok herkes aman bizim düzenimiz nasıl devam eder derdinde, herkes ‘’hadi şimdi yeme sırası bizde’’ düşüncesinde. Zafer Partisi gündemi domine etmeden önce muhalefet ile alakalı olarak söylediğim şey ‘’eğer hiçbir şey yapmazlarsa muhtemelen kazanacaklar ancak bir şeyler denerlerse bu zincir kırılmayacak’’ idi nitekim korktuğum gibi de oldu. Ona buna yaranma peşinde koşup kendi kitlelerini ezip geçmekten çekinmediler çünkü nasıl olsa kendi kitlelerinin bir alternatifi yok ‘’sike sike bize verecekler’’ mantalitesinden çıkamadılar tam da bu yüzden umurlarında olmadı.
Gerek iktidar gerekse muhalefet hala Zafer Partisi’ne gelen bu desteği idrak edemediler ve tam da bu yüzden yedikleri linçleri ‘’trol hesapları üzerimize salıyorlar’’ şeklinde açıklıyorlar. Çünkü daha farklısını görmemişler, akılları almıyor. Kendi seçmenleri tarafından da bu kadar sert bir şekilde eleştirilebileceklerini idrak edemiyorlar. Eleştiriyorum çünkü ben muhalefete oy verdim ve diyorum ki ben neden temsil edilmiyorum, nerede benim temsil hakkım? Eleştiriyoruz çünkü biz partizan değiliz; bugün Zafer Partisi’nin ajandasını beğeniyorum belki de yarın saçmalayacaklar ve ben fikir değiştireceğim, bu da olabilir zira demokrasi bunu gerektirir. Böyle bir seçmen kitlesinin yetişmesi ile birlikte Türkiye Cumhuriyeti demokratik oluşumunun bir adımını daha atıyor (spesifik olarak Türkiye’de demokrasinin idraki ile alakalı sıkıntıyı değerlendireceğim bir yazı yazmayı düşünüyorum o yüzden derine girmeyeceğim) ve genel kanının aksine bu ülkede bir atılım yaşanacaksa onu da biz, Z Kuşağı değil bizim yetiştireceğimiz nesil yapacak biz ise onlara gereken değişimi yaratmış olacağız.
[1] Modern burada çok da doğru bir tanım olmamış olabilir nitekim kullanılan diğer tanımlar ‘’daha seküler, daha çağdaş’’ gibi tanımlar fakat bunlar da aslında tam olarak ‘’muhafazakâr’’ kavramının zıddını ifade edemiyor. Edemiyor diyorum çünkü her ifadenin tam zıddı olacak diye bir kaide yok benzer şekilde ülkemizde özellikle politik kavramlarda ciddi bir anlam karmaşası var. Hatta öyle ki, insanların muhafazakâr derken asıl kastettikleri genellikle ‘’tutucu’’ oluyor benzer şekilde laik ve seküleri de eş anlamlı gibi kullanıyoruz. Bu liste uzar gider… [2] Dikkat ettiyseniz otoriter, otokratik değil. [3] Nasyonal-sosyalizme gönderme yapmıyorum fakat evet onlar da bu iki kavramı merkeze koymuşlardı. Hatta Hitler’in ekonomi politikaları son derece devletçi olmakla birlikte kendisinin ideolojisinin içerisinde ‘’bir parça komünizm’’ olduğunu söylemleri de vardır. [4] Bu konu ile alakalı olarak görüşlerimi belirttiğim bir yazım mevcut. Her ne kadar Rusya’nın mazeretleri gayet anlaşılır olsa da yöntemleri kabul edilebilir değil. [5] Aslında ülkemizde bulunan insanlar mülteci statüsünde değil, geçici sığınma statüsünde. Bu önemli bir ayrım zira uluslararası hukukun kime nasıl işleyeceğini belirtiyor.
Comments